Ahmed Bensaada
Çeviren: Nizamettin Karabenk
ABD Başkanı Barack Obama, 2009 yılında, Beyaz Saray’a ilk dönem için seçilmesi üzerinden sadece dokuz ay geçtikten sonra Nobel Ödülü almıştı. Cesaret Ödülü müydü? Libya, Filistin, Yemen… Bu konuyla ilgili dikkate alınan alametler büyük ölçüde yanlış değerlendirmelerdi: Yeryüzünde yaşayan bütün insanların «kabarık» bir savaş bilançosu bulunan dünyamızda yaşanmakta olan gerginlikleri yatıştıracak bir lider figürü diye gözlerini dikmiş oldukları Başkan Obama Beyaz Saraydaki makamında sekiz yıl geçirdi.
Nobel Ödülü daha önce, 1906’da, 1901–1909 dönemi ABD Başkanı Theodore Roosevelt’e verildiğinde New York Times gazetesi haberi şöyle yorumlayarak vermişi: “ABD’nin en büyük savaşçı vatandaşına Nobel Ödülü verildiği zaman dünyamızın yüzü büyük bir gülümsemeyle nurlandı.”
Yaklaşık olarak bir asır sonra, aynı New York Times gazetesi mensubu başka bir gazeteci de;
“Şimdi, Nobel Ödülü alan Barack Obama hakkında ne düşünüyorsun? diye kendisine sordu. Şaşkınlık yaşayan bir haldeyim diye duygusunu dile getirdi. Başkan Obama’nın bu ödülü almak için ne gibi hizmetleri oldu? diye yeni bir soru daha sordu. Sekiz yılık başkanlık dönemi sonunda, dünyamız üzerinde bir yerlerde gerçekten barış sağladığı görüldükten sonra ödül verilmesinin daha makul olduğunu düşünüyorum” diye muhakeme etmeye devam etti.
Çünkü “Uluslararası diplomasi faaliyetlerini güçlendirme ve ülkeler arasındaki işbirliğine katkı sağlaması yönünde olağanüstü çaba harcamasından dolayı” Başkan Obama’ya 2009’da Barış Ödülü verilmişti. Başkanlık koltuğuna geçtikten yalnızca dokuz ay sonra bu ödül verilmişti. Peki, bu kadar kısa süreli bir başkanlık döneminde ne gibi hizmetleri karşılığında ödül alması uygun görülmüştü?
Oluk oluk kanayan, karnı deşilen, bağırsakları dışarı çıkarılan bir Arap dünyası
Başkan Obama, Beyaz Sarayda tam tamına sekiz yıl geçirdi – adeta yüzümüze haykıran, aydınlık olması gereken sekiz yıl – “Yes we can!” (Evet, barışı sağlayabiliriz) – Tesis edilmesinde katkıda bulunduğu ve daha geniş bir coğrafyaya “yayılmasını sağladığı” kabul edilen barışı bizler tamamlayabiliriz.
Başkan Obama’nın da katkıda bulunduğu, felaketlerle dolu bir yönetim döneminde virane hale gelen, doğrusu çokça yanlış bir tabir olan “Arap Baharı” sıfatıyla tanımlanan olayların yaşandığı bir Arap dünyası. Vatandaşlarının kanıyla harabelerin yıkandığı ve tarlarının sulandığı, oluk oluk kanayan, karnı deşilen, bağırsakları dışarı çıkarılan bir Arap dünyası.
Kafa kesmeye pek de hevesli, insan bedeninden yiyeceği aş yapabilen sakalı bir takım yaratıkların olduğu, insanoğlunun hayatını idame ettirebilmesi için gerekli umudun yok edildiği, adeta cinlerin ve perilerin dadanmış olduğu bir Arap dünyası. İkinci Dünya Savaşından bu yana insanlık tarihinin en büyük göç veren bölgesi haline gelen bir Arap dünyası. Dinsel çatışmalara kaynaklık edip besleyen, çatışmaların yayılması için yakıt sağlayan ve bir yandan da çatışmaları alevlendiren bir Arap dünyası: Müslümanlarla Hristiyanları karşı karşıya getiren, kendi vatandaşları Sünnilerle Şiileri birbirleriyle çatıştıran bir Arap Dünyası. Vatandaşlarının Batılı ülkelerde yaşamak zorunda olduğu, modern dünyanın en kötü olayı, insanın midesini bulandıran bir siyaset olan İslamofobi acısına tahammül etmek durumunda kaldığı bir Arap dünyası.
Kahire’ye ziyareti sırasına kamuoyuna yaptığı “şatafatlı” açıklamasında;
“ABD ile bütün dünya Müslümanları arasında yeni bir başlangıç yapmak üzere buraya geldim.Dünya vatandaşları barış içerisinde yaşayabilirler ve yeryüzünde barışı tesis etmek bizim uğraşımız olmalıdır” diyen aynı Obama idi.
Aslında, kimin Nobel Barış Ödülünü olması gerektiği? sorusuna cevap olarak; Alfred Nobel’in bu konudaki vasiyetnamesi gayet açık:
Ülkelerarasında kardeşlik duygusunu yayan, silahlı güçlerin faaliyetlerini yürürlükten kaldıran veya asgari düzeye inmesini sağlayan, yerküre üzerinde barışın sağlanması için kongre düzenleyen ve düzenlenme faaliyetlerinin geliştirilmesi yönünde en büyük ve en iyi çabayı harcayan kişiye bu ödül verilir”.
Obama “ölümünün Salı günleri oturumları”
Nobel Ödül Komitesi üyeleri, Başkanlık koltuğuna daha yeni seçilmiş Obama’nın, Nobel Ödülü almayı hak edecek kadar barış olgusunun yeryüzüne yayılmasına katkıda bulunduğu kanısına nasıl vardılar, acaba? Yoksa Başkan Obama’ya bu Barış Ödülü, Ödül Komitesi üyelerinin Norveç menşeli bir kristal küreden bakmak marifetiyle, adeta falcılık yaparak, gelecekte gerçekleşebilecek olası katkı sağlayıcı faaliyetler karşılığında mı verildi? Eğer öyleyse, Komite üyeleri, en azından, dünya olaylarına penceresinden baktıkları kristal küreyi değiştirmek üzere Alfred Nobel’in vasiyetnamesini yeniden okumaları gerekir.
Nobel Ödül Komitesi, her Salı günü oturumunda, bir kristal küre aracılığıyla gelecekte meydana gelebilecek olayları gözlemlerken, Başkan Obama’nın gökyüzüne saldığı dronlarla (insansız hava araçları) nerelerde ve kimlerin tasfiye edileceğine bizzat karar verdiğini görebilecekler mi? Bu “Salı günleri ölüm oturumlarının” kurbanlarının büyük çoğunluğunun aslında masum sivil hedefler olduklarını da görebilecekler mi?
Başkan Obama İran yönetimiyle olan soğuk atmosferi giderdi ve Küba ile diplomatik ilişkilere yeni bir canlılık kazandırdı. Buna karşılık, Rusya yönetimi ve küresel düzeyde tehdit olarak algıladığı diğer ülke yönetimleri ile yeni bir soğuk savaş ikliminin oluşmasına da ciddi katkıda bulundu. Nitekim Ukrayna’da, Euromeydan da meydana gelen dramatik olaylar sırasında, Ukrayna nazilerine yardım sağlamasındaki Obama yönetiminin aktif rolü insanların hafızalarında hala canlılığını korumaya devam ediyor.
ABD’nin aleni olarak müdahil olduğu Ukrayna’daki bu olaylar süreci, G.W.Bush adında şu ünlü Amerikan “barışseverin” yönetmiş olduğu “turuncu devriminin” yeniden sahneye konulduğu kanlı olaylardan başka bir şey değil. Başkan Bush, büyük bir özenle bazı Müslüman ülkelerinin yıkılması sürecinde gösterdiği üstün çabalarına rağmen “ne yazık ki”, Nobel Ödül Komitesi tarafından taçlandırılmayan bir başkan. Tabii, sahnedeyken kendisine ayakkabı atıldığı zaman dünya gündeminde popüler olduğu konusunu da unutmamak lazım.
Her kesin kendine özgü bir “devrimi” var.
Rusya’nın tarihsel, kültürel ve ekonomik bağları bulunan komşu ülkesi Ukrayna’da yaşanmış olan istikrarsızlık süreci, bütün bölgenin jeopolitik alanını ciddi manada alt üst etmeyi hedef almış, Avrupa başkentleri ile Moskova arsında gerginlik yaratmak amacıyla oluşturulmuş bir süreçti.
Bu konuda Avustralyalı bir gazeteci olan John Pilger de şöyle bir tespitte bulunuyor:
“ABD, Obama yönetimi döneminde, daha fazla nükleer silah, daha fazla nükleer başlık, daha fazla nükleer başlık taşıyıcı sistemi üretmiş ve daha fazla nükleer santral inşa etmiştir. Obama yönetimi döneminde nükleer başlık üretimi için yapılan harcama miktarının büyüklüğü başka hiçbir başkan döneminde görülmedi. İkinci Dünya Savaşından bu yana ABD tarafında yapılan en büyük askeri güç yığınağı, geçen on sekiz aylık dönemde, Rusya’nın doğu sınır boylarında olduğu görülüyor. ABD’nin bu askeri yığınak faaliyeti konusunu ele alınması halinde, yabancı askeri güçlerden gelebilecek bir tehdidi anlamak için Hitler döneminde Sovyetler Birliğine yapılan saldırılara bakmak lazım.
Filistin’de yaşanan çatışmalarda beklentiler ve verilen vaatler yüksek düzeyde seyrediyordu. Azizler halesine bürünerek gülünç bir kılığa girmiş ve teraziye konulamaz bir medyatik karizmaya sığınan ABD’nin bu ilk siyahi Başkanı, kendi topraklarından mahrum edilen ve bundan dolayı da en temel insan hakları ihlal edilen Filistinlilerin kaderine kayıtsız kalamazdı. Başkan Obama özelikle Kahire’de yaptığı şu “ünlü” konuşmasına göre hareket etmek zorunda hissediyordu;
“On yıllardan beri dünya olaylarının gelişim seyri çıkmaza girmişti. Tarafların beklentilerine cevap vermenin tek yolu ABD üzerinden geçiyor. İşte bundan dolayıdır ki, bulunduğum makamın gerektirdiği gibi, büyük bir sabırla, tarafların ihtiyacı olan çözüm yolunu bulmak üzere ben şahsen aramaya koyulacağım. Tarafların izlenecek yol haritasında üstelendikleri sorumluluk belidir. Barışın tesis edilmesi için, hem bizim hepimiz için ve ham de barış için, sorumluluklarımızı almamızın zamanıdır.”
“Dürüst arabulucu” Filistinlileri yüz üstü bırakıp gitti.
Başkan Obama, Filistin sorununa çözüm yolu bulunması konusunda, kendisine düşen sorumluluğu çokça ciddiye aldığı için belki de en asgari çabayı harcayan ABD Başkanı olma sıfatını taşıyor. İki dönem başkanlık görevi sırasında Filistin topraklarının en acımasız bir şekilde sömürgeleştirilmesine devam edildi ve İsrail güçleri tarafında Gazze şeridinde en az iki katliam yapıldı. Yaşanan binlerce ölüm olayları ve büyük bir insanlık felaketi, Beyaz Sarayda ikamet eden zatın rahatı bozulmayacak şekilde, ana akım medyada yer aldı.
Bu konuda bir de Alain Franchon’un ne dediğine bakalım;
“ABD bu çatışmalarda 26 yıldan beri “dürüst arabulucu” rolü görevini yerine getiriyor. ABD’nin bu tutkulu görevi henüz sona ermiş değil. Obama’nın başkanlık döneminde 1990’dan beri başlanmış olan bir harekete devam edilmiş oldu. Washington de facto olarak görevini bıraktı. ABD’nin ilk başlarındaki önerisinde değişiklik meydana geldi. Çünkü bu öneri a prioriolarak İsrail’e yönelik herhangi bir kısıtlamayı ret eden nitelikteydi.”
İşin daha da kötüsü, Başkan Obama, ikinci ve son dönem görev süresinin sonundan önce, Filistin topraklarında mükemmel bir etnik temizlik ve sürekli hal alan etkin bir sömürgeleştirme yapıldığı için ve belki de İsrail yönetimini kutlama babında muhteşem bir hediye verildi: İsrail devletine 10 yıllık bir vadeye dayalı, örneği daha önce hiç görülmemiş, 38 milyar dolar askeri yardım yapıldı. Bu yardımla, söz konusu topraklarda, daha fazla ölüm, daha fazla sömürgeleştirme ve daha fazla şiddet dolu olaylar…..
Bu Başkanımızın yeni icraatlarını görmek üzere bir az daha beklesek, daha iyi olur diye düşünüyorum. Başkan Obama’nın ilk icraat yatırım günü olan 20 Ocak 2009 tarihli bir makalemde, Obama’nın programı konusunda şöyle yazmıştım:
« Başkan Obama faaliyet programının dış politika bölümünde, Yahudi devletine ayrılan kısımda yer alan başlık bayağı etkileyici ve insanın aklını çeldirici nitelikte: Barack Obama ve Joe Biden ikilisinin icraatı: İsrail devletinin güvenliğini, barış ve refah içinde yaşamasını sağlama alan bir dosya hazırlanmış”. Yeni başkanlık dönemi faaliyetleri konusunda şu konuların yer aldığını görebiliyoruz: ABD-İsrail devletleri arasında güçlü bir ortaklık kurulması, İsrail’in kendisini savunma faaliyeti hukuki alt yapısının hazırlanması ve İsrail yönetimine dış destek sağlanması.
Son başlık detayları arasında Başkan Obama ve Başkan Yardımcısının İsrail devletine yıllık askeri yardım ve ekonomik destek sağlama konusunda her zaman seferber olduklarını görebiliyoruz. Savunma füzelerinin geliştirilmesinde tahsis edilen bütçelerin artırılması konusunda ısrar ediyor ve İsrail devleti ile yakın işbirliğini sürdürme çağrısında bulunuyorlar”.
Verilen sözlerin yerine getirildiği görülüyor, değil mi?
Mondialisation'dan IMPNews için çeviren Nizamettin KARABENK
Kaynak
Fransızca versiyonu
İspanyolca versiyonu
İtalyan versiyonu